Peygamberimizin doğumu
O’nun zuhûruyla Allâh’ın rahmeti bu
âlemde coşup taştı. Sabâhlar ve akşamlar renk değiştirdi. Duygular derinleşti.
Sözler, sohbetler, lezzetler enginleşti; her şey ayrı bir mânâ, ayrı bir
letâfet kazandı.
Putlar sarsılarak yere devrildi.
Kisrâlar beldesi Medâyin saraylarında sütunlar ve kuleler yıkıldı. Sâve gölü,
zulüm bataklığı hâlinde kurudu. Semâve vâdisini su basmıştır. Kisrâ’nın
sarayından 14 sütun yıkılmıştır. İranlıların tapınaklarında bin yıldan beri hiç
sönmeden yanan ateşleri sönüvermiştir! (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273)
Peygamber efendimiz doğumu sırasında
annesi de olağanüstü haller yaşadı. Hazret-i Âmine’nin bildirdiğine göre
kendisi ne hâmileliği ne de doğum esnâsında hiçbir zahmet çekmemiş ve Allâh
Rasûlü dünyaya gelirken doğu ile batı arasını aydınlatan bir nûrun kendisinden
çıktığını görmüştür. Peygamber
-aleyhisselâm- temiz bir şekilde, ellerini yere dayayarak doğmuş ve başını
semâya kaldırmıştır. (İbn-i Sa’d, I, 162-163)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve
sellem-’in velâdetine bütün Mekke halkı sevinmişti. Hatta Ebû Leheb, mübarek
yeğeninin doğduğunu müjdeleyen câriyesi Süveybe’yi âzâd ederek
mükâfatlandırmıştı. (Halebî, I, 138)
Bu hâdiseyle alâkalı olarak daha sonra
Abbâs -radıyallâhu anh- şunları anlatır:
Ebû Leheb öldükten bir sene sonra
kendisini rüyâmda kötü bir hâlde gördüm.
“−Sana nasıl muâmele edildi?” diye
sordum. Ebû Leheb:
−Muhammed’in doğumuna sevinerek
Süveybe’yi âzâd etmem sebebiyle Pazartesi günleri azâbım biraz
hafifletilmektedir. Baş parmağımla işâret parmağım arasındaki şu küçük delikten
çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. (İbn-i Kesir, el-Bidâye, II, 277;
İbn-i Sa’d, I, 108, 125)
Hz. Amine peygamberimize hamileyken
kendisine, “oğluna Muhammed ismini koy” denilmişti.
Hz. Amine rüyasını kayın pederine
anlatınca, o,
“Bu rüyadan kimseye bahsetme” dedi. Çünkü
o sıralarda hem Arap kabileleri arasında rekabet ve çekememezlik çok fazlaydı,
hem de Yahudiler ne zamandan beridir son peygamberin doğumunu araştırıp
duruyorlardı.
Kendisine, “neden torununa daha önce
kimseye konulmamış bir isim koydun; atalarının adından birini koysaydın ya”
dediler. O ise,
“Övülen biri olsun istedim” dedi.
Muhammed “övülen”, demekti.
Daha sonra torununu o zamanın adeti
üzere süt anneye verdiler. Çünkü Mekke’ nin havası küçük çocuklara uygun
gelmiyordu.
Peygamberin
çocukluğunun en önemli devresini geçirdiği süt annesi, Halime, Benî Sa’d
kabîlesindendi. Bu kabile, Arap kabilelerinin en fasihi; yani ağız olarak
düzgün ve kibar konuşanıydı. Rasulullah efendimiz ilerde yükleneceği görevine
hazırlanmak üzere, bu temiz, asil ama yoksul ailenin yanına yerleştirilmişti.
Burada dil ve ahlak olarak iyi bir örnek görmüştü.
Bir çocuğun
yetiştiği çevrede ilk öğrendiği şey, kendini ifade için kullanacağı, lisan,
beden dili ve insani ilişkileri yürütme biçimidir. Bu hususlarda peygamberin
yetiştirildiği muhit, Allah tarafından özenle seçilmişti. Peygamber efendimizin
lisanının düzgünlüğü, o dile son derece önem veren o zamanın insanlarınca daima
takdir görmüştür.
Nitekim Hz.
Ebu Bekir:
−Ya
Rasulullah; senden daha fasih konuşan bir kimse görmedim. dediğinde, Allah
Rasûlü :
−Bunda
şaşılacak ne var!… Ben Kureyş kabîlesine mensûbum ve Sa’d oğullarına süt anneye
verildim. buyurmuştur. (Ali el-Muttakî, VI,
174/15247)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder