Hiç bir şey
yokken yalnızca Allah vardı; ve O yaratmayı diledi.
Kimi?
Kendisini
seveceği, kendisince sevileceği birini. El Vedud ismi; sevmeyi, sevilmeyi
istedi; seveceği kimseleri istemeyi sevdi.
İşte
kainatın mayası bu sevgiydi. Bu yüzden sufiler varlığın en başında olanı
özetlemek için, “Muhabbetten Muhammed oldu hasıl” dediler.
O
Habibullah; yani Allah’ın sevgilisi…
Habib, sevgi
kökeninden, sevilen ve seven; karşılıklı sevgi alışverişinde bulunulan demek.
Hatta sevgi ayrılıkları ortadan kaldırıp bir olma, sevgi duygusunda birleşme
demek olduğuna göre; habib de, ayrılık-gayrılığın bittiği birliğin başladığı
makam demek.
Allah
peygamberini öyle sevdi ve aradaki ayrılığı öylesine kaldırdı ki, ona kuranında
hiç; “Ey Muhammed” diye hitap etmedi.
Eğer etseydi
hiç şüphesiz peygamberin kalbi kırılırdı. Kalbi kırılırdı ne demek, belki kalbi
bu ayrılık gayrılık ittihazına
dayanamaz, acısından dururdu.
O; bizzat
sevgili Rabbinin tasdikiyle, “Ben yüzümü, özümü Allah ’a
teslim ettim.” (Al i İmran; 20) derken, aradan ayrılığı
kaldırdığını söylüyordu.
Sevginin hakikati, aradan ayrılığı kaldırmaktı. Bu da ancak
yüzünü, yani tüm benlik kimliğini bu sevgiye teslim etmekle oluyordu. O bunu
bütün bir hayatına mihver yaptı. Onun hayatı; sevgilisine adanmış bir ömür.
Böyle bir ömür, “ömrüne yemin olsun ki (Ey Muhammed)” diye zikredilmeyi hak
etmez mi? Eder elbette.
Onun ömrü, Allah’ tan başkasına yönelmiş kalpleri yeniden Allah’
a yöneltmek; O’ndan başkasına eğilmiş
başları kaldırıp yalnız O’na eğmek; anlamsız ve hakikatsiz bir çoklukta
dağılmış; paramparça olup birbirine düşmüş insanları Bir’ e kullukta
birleştirmekle geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder