Hz. İbrahim ve Hz. İsmail



Peygamberimizin dedesi; Hazreti İbrahim, peygam­berlerin büyüklerindendi. Tahminen Sümer şehirlerinden "Ur" sitesinde doğmuş; Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara tapınan  "Babil" halkını Allah'ın birliği inancına ça­ğırmıştı.
Fakat Hz. İbrahim'in daveti, Babil hükümdarı Nim­rud'un yakıcı ateşiyle karşılandı. Ateşe atılan İbrahim Peygamber, mucize olarak kurtuldu. Kendisine inanan "İbrani" kabilesini aldı; Irak'tan çıkıp Filistin'e göç etti. Bir ara Mısır'a gidip tevhit inancına davet etti. Ancak geniş bir kabul görmeyince Filistin'e dönmek zorunda kaldı.

Hz. İbrahim insanları Allah’ ın yoluna çağırdığı halde olumlu bir cevap alamamasına üzüldü ve korktu. Hz. Nuh zamanında olduğu gibi yeni bir tufanla tüm halkın helak edilmesinden endişe ediyordu.
Hz. İbrahim, kuran ı kerimde kendisinden “Evvahun Halim” (hoş görülü, cezalandırmakta acele etmeyen) sıfatlarıyla bahsedilen bir peygamberdi. Allah’ ın geniş rahmet ve hoş görüsü mazharı bir ahlaka sahipti ve insanoğlunun cezalandırılmaması için Allah ’ a yakarıyordu.
“Bir zaman da elçilerimiz İbrâhim’e varıp onu müjdelemek üzere “Selam sana!” dediler. O da: Size de Selam!” deyip çok kalmadan, kızartılmış dana eti getirip ikram etti. Ama misafirlerinin ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onların bu hali hoşuna gitmedi ve onlardan kuşkulandı, kalbine bir korku girdi.
Melekler; “Korkma!” dediler. “Çünkü biz aslında Lût kavmini imha etmek için gönderildik.”
Bu sırada hanımı da, hizmet için ayakta durmuş, onları dinliyordu. Bunu işitince korkusunun geçmesinden ötürü gülümsedi. Biz de onu İshak’ın, onun peşinden de Yâkub’un doğumu ile müjdeledik.
İbrâhim’in hanımı: “Ben bir kocakarı, kocam da bir pir iken ben mi doğuracağım! Doğrusu bu çok şaşılacak bir şey!” Elçi melekler: “Sen, dediler, Allah ’ın emrine mi şaşırıyorsun? Ey ehl-i beyt! Allah ’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun. O gerçekten her türlü hamde lâyıktır, hayır ve ihsanı boldur.”
Ne zaman ki  İbrâhim’in kalbinden korku geçip gitti ve ona müjde geldi, hemen tuttu Lût’un halkı hakkında bizimle mücadeleye başladı. Çünkü İbrâhim çok yumuşak huylu, yufka yürekli ve kendisini Allah ’a teslim eden bir kuldu. (Hud; 69-74)
Ayetlerde anlatıldığı gibi, Hz. İbrahim hoş görü ve merhametin temsilcisi bir ahlaka sahipti. Allah a yalvarıyor, artık insanların helak edilmemelerini istiyordu. Bunun için ise, kendi neslinden gelecek bir mümin milletin yeryüzünde daima doğru yola çağırmasını, bu arada yanlış yolda gidenlere de mühlet verilmesini arzu ediyordu. Tıpkı yüz yıllar sonra peygamberimizin söyleyeceği gibi, “Allah ’ ım onları bağışla, belki nesillerinden sana kulluk edenler gelir.” Diyordu.
Bundan sonra Hz. İbrahim’in özel bazı imtihanlardan geçirildi ve kazanınca yeryüzünde Allah yoluna çağıracak, tevhid dinini temsil edecek bir nesle baba olacağı müjdelendi.
Bu nesil, yeryüzünde Allah ’a sevgi, bağlılık ve teslimiyet yoluna çağıracak, ona uyanlar sayesinde uymayanlar da geçici dünyanın menfaatinden yararlanacaktı.
 “Şunu da hatırda tutun ki: Bir vakit İbrâhimi Rabbi birtakım emirlerle sınamıştı. O da onları hakkıyla yerine getirdiğinden Rabbi kendisine: “Seni insanlara imam yapacağım” dedi. İbrâhim: “Ya Rabbi, neslimden de imamlar çıkar” deyince, Allah : “Zalimler ahdime (nübüvvete) nail olamazlar” buyurdu.”
“Ve o vakit İbrâhim: “Ya Rabbî, burayı güvenli bir şehir yap. Buranın halkından “Allah ’a ve âhiret gününe iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır.” dedi. Bunun üzerine buyurdu ki: “Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp az bir zaman hayattan nasip aldırır, sonra da onları cehennem azabına sürerim. Orası varılacak yer olarak ne fena bir yerdir!” (Bakara 124)
Hz. İbrahim”in duası bereketiyle oğullarından Hz. İshak’tan İsrail oğulları yeryüzünde tevhit dinini temsilcileri oldular. Ancak İsrail oğullarından bir çok peygamber gelmesi, adeta insanoğlunun peygamberlik müessesinin kıymetini takdir edememesi ve yüz göz olması gibi bir sonuç doğurdu. Öyle ki artık işlerine gelmeyen hükümler nedeniyle Allah ’ın peygamberleri öldürür oldular. Bu ise Allah ’ın şiddetli nefretini çeken bir durumdu.
Bundan sonra Allah u teala rahmetinin en geniş sınırını göz önüne sermek üzere insanlara Hz. İbrahim’in diğer oğlu İsmail’in soyundan peygamber efendimizi gönderdi. O alemlere en geniş rahmetin müjdesiydi.
Hz. İbrahim, Allah ın emri üzerine Hz. İsmaili; Birlik itikadının asıl vatanı Hicaz'da yerleştirdi. Hz İbrahim’ in eşi Sara nın kıskançlığı yüzünden Hacer ve İsmail’i çölün ortasına getirip bıraktığı hikayesi asılsızdır. Peygamberler; Allah’ ın emirlerine göre hareket ederler; bu iş de hz. İbrahim’in Allah’ ın vadine olan inancını ve teslimiyetini gösteren bir itaattir.
Sâre vâlidemiz, mübarek bir hanımdı ve peygamberin neslinin kesilmemesi için fedakarlık göstererek câriyesi olan Hacer’i âzâd edip İbrâhîm a.s.’la evlendirdi.
Bu evlilikten Hz. İsmâîl dünyâya gelince Sâre vâlidemiz Muhammedi nurun ona intikal ettiğini gördü ve kendisinden devam edecek bir nesle intikâl etmemiş olmasına bir derece mahzûn oldu. Ancak İbrâhîm a.s. Hacer vâlidemizi ve oğlu Hazret-i İsmâîl’i ıssız bir belde olan Mekke’ye Allâh’ın emri ile getirdi.
Cebrâîl a.s. yolda ona rehberlik ediyordu. Mekke’nin bulunduğu yere geldiklerinde:
“–Ey İbrâhîm âileni buraya yerleştir!” deyince. Hazret-i İbrâhîm:
“–Burası ne zirâate ne de hayvancılığa elverişli değildir.” deyince Cebrâîl a.s.
“–Evet öyledir fakat burada senin oğlunun neslinden Ümmî Peygamber çıkacak ve «el-Kelimetü’l-ulyâ: en yüce söz olan tevhîd» O’nunla tamamlanacaktır.” buyurdu. (İbn-i Sa’d, I, 164)
Hz. Hacer de Allah a kuvvetle iman eden, teslimiyet sahibi bir hanımdı.
İbn-i Abbâs r.a. şöyle rivâyet eder:
“İbrâhîm a.s. Hacer vâlidemizi ve henüz onun emzirmekte olduğu İsmâîl -aleyhisselâm-’ı Mekke’ye götürdü. İleride fışkıracak olan «Zemzem» kuyu­sunun yanında bir ağacın altına bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi koydu. Sonra geriye döndü. Hacer vâlidemiz arkasından seslendi:
«–Bizi buraya bırakmanı Allâh mı emretti?» İbrâhîm -aleyhisselâm-:
«–Evet!» diye cevap verdi. Hacer vâlidemiz büyük bir tevekkül ve teslîmiyetle:
«–Öyleyse Rabbim bizi korur! Zâyî etmez!» dedi. İsmâîl -aleyhisselâm-’ın yanına döndü.
Hz. İbrahim de onlar için endişe etmekle birlikte Allah a güveniyordu ve şöyle dua etti; 
«Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını Sen’in Beyt-i Harem’inin (Ka’be’nin) yanında zirâat yapılmayan bir vâ­diye yerleştirdim. Artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki şükrederler.» (İbrâhîm, 37)
Allah cc. onlara zemzem suyunu ihsan etti ve daha sonra da yer yüzünün nimetlerini çeşitli vesilelerle buraya gönderdi. Daha sonra burada yerleşen Hz. İsmail, zemzem suyunu görüp buraya yerleşen kabile ile evlilik yapıp, aile kurmuştu. Tek Allah’ a ibadet etme (haniflik) dini üzerine yaşayıp dinini anlatıyordu.
 Peygamberimiz Hz. İsmail’in soyundan gelenlerden oluşan, Kureyş kabilesinin Haşim oğulları koluna mensuptur.
Hz. İsmail büyüyünce, Hz. İbrahim onunla birlikte Allah’ ın buyruğunu yerine getirmek üzere Kabe’nin kaybolmuş olan temellerini kazıp, ortaya çıkarmış ve yeniden inşa ederek hac ziyaretine açmıştı. Kabeyi ziyaret vesilesiyle buraya gelen halka hizmet ve ikramlarda bulunma görevini de yine Hz. İsmail’in neslinden gelen en dinine bağlı aileler yürütüyordu.
Kabe, Arabistan yarımadasında büyük hürmet görüyordu. Öyle ki, her yıl bir çok insanın hac ve umre ziyareti için bura gelemsi civardaki ticaret hayatını da canlandırıyor, bu da kıskançlığa neden oluyordu.
Bu nedenle bazı hükümdarlar Kabe’yi yıkmaya niyetlenmişlerdi ama, mucizevi olaylarla korunmuşlardı. Mesela Tübba isimli bir hükümdar ordusuyla birlikte kumlara batmış; ancak tövbe edip, kabeye hürmet edeceğine dair adakalrda bulununca kurtulmuştu. Aynı şekilde Ebrehe’nin Fil ordusu da akıl almaz bir şekilde yok edilmişti.
İşte bu gibi olayların da işaretiyle Kabe’ye duyulan hürmet artarak devam ediyordu. Bundan olacak; Araplar, ticari seferlerle dünyayı dolaşan bir millet olmalarına rağmen, Musevilik, Hıristiyanlık veya Mecusilik gibi egemen dinlere girmeyip, Kabe’ye bağlı kaldılar. Ancak Kabe’nin ruhu olan tevhit inancını koruyamadılar.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder